1. Haberler
  2. İslami Gündem
  3. ESKİ TÜRKLERDE BÜYÜ VE BÜYÜCÜLÜK

ESKİ TÜRKLERDE BÜYÜ VE BÜYÜCÜLÜK

Eski Türkler tabiatta birtakım gizli kuvvetlerin varlığına inanmışlardır. Bunu “yer-su” tabiri ile ifade etmişlerdir. Türkler tabiatta gizli kuvvetlerin bulunduğu düşüncesini, onlara sadece kutsallık atfederek ve tabiat olaylarını gördükleri gibi kabul ederek inanmışlardır.

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bu gizli kuvvetlerin kendilerine zarar vermemeleri için, kamların yaptığı büyü ve kehanetten faydalanma yolunu seçmişlerdir.

A. Büyünün amacı :  
              İnsanlar, varlıklar veya nesneler üzerinde istenilen davranış değişikliğini sağlamak büyünün en önemli amaçları arasında yer almaktadır. Bu amaç hem iyi hem de kötü arzuları gerçekleştirmek amacıyla olabilmektedir. Bu nedenle birçok değişik düşünce ve isteği gerçekleştirme hedefi ve ümidiyle büyü yapılmaktadır. Konusu itibariyle büyü, insanlara, hayvanlara ve diğer varlıklara acı verme, hastalık ve sakat bırakma ve ölüm gibi olumsuz yönde tesir ederek ve istenilen şeyleri hedefleyerek, etki bırakmayı düşünen bir uygulama olarak bilinmektedir.   
Büyüler yapılış amaçlarına göre üç kısma ayrılmaktadır. 
Birincisi; insan hayatına, sağlık ve mutluluğuna, evine barkına, malına mülküne zarar vermek amacıyla yapılan uygulamalardır. Altay Şamanları ak şaman ve kara şaman olarak ikiye ayrılırlar. Kara şamanlar kötü ruhların, cinlerin ve şeytanların da yardımıyla göğe çıkıp, yer altına inebilirler. Bu sayede, “Erlik” denilen kötülük tanrısının da yardımıyla her türlü kötülüğü insanlara yapabilecek güçte olduklarına inanırlar. 
İkincisi; uzaklaştırıcı uygulamalar diyebileceğimiz, hastalıklardan, kötü ruhlardan, tabiat üstü gizli güçlerin etkilerinden, ölüm ve diğer felaketlerden kurtulmak ve korunmak amacıyla yapılmaktadır. Orta Asya Şamanları kötü ruhları kovmak için ateşi, büyük bir temizleyici güç olarak görmektedir. 
                                               
Şamanların, hastalığa tanı koyan, hastanın canını kötü ruhlara karşı koruyan ve tehlikelere göğüs gerebilecek kadar azmi olan, gizemli bir kişilik taşıdığına inanılmaktadır.
Üçüncüsü ise; yapılmak istenilen şeylerle ilgili uygulamalardır. Uygun tabiat olaylarını insanların lehine veya aleyhine kullanarak, olaylardan ve benzer hususlardan herhangi bir şeyin olup olmayacağına dair sonuçlar elde etmek ve yorumlarda bulunmak gibi uygulamalar bu kısma girmektedir. Mesela; efsanelerde anlatıldığına göre büyücü şamanların, tabiat olaylarını bozmaya, soğuk, yağış, kar ve fırtına çıkarma gibi güçlere sahip olduklarına inanılmaktadır. Bütün bu efsaneler, tabiattaki olayları idare etmeyi mümkün kılan inançtan ileri gelmektedir. Bu büyüler, yağmuru  ve karı yağdırmayı amaçlayan veya rüzgarı estirmeye imkan tanıdığına inanılan “yada taşı” ile yapılmaktadır. Tabiatüstü gizli güçleri elde ederek maddi ve manevi servete kavuşmak gibi uygulamalar büyünün amaçları arasında yer almaktadır.  

B. Kam-Şaman :  
Şaman kelimesi, Tunguz kökenli bir sözcüktür. Orta Asya’nın çeşitli topluluklarında bu terim şu şekilde kullanılmaktadır: Yakutlar oyun, Kırgızlar, Kazaklar ve Özbekler bahşı-bakşı, Moğollar, böge, bögü, böö ve udagan kelimeleriyle ifade etmektedir. Udagan kadın şamana denilmektedir. Türkçe’de yaygın şekliyle kullanılan kelime kam’dır.
Eski Türk topluluklarının dinlerinin Şamanizm olmadığını başta Mircea Eliade olmak üzere, dinler tarihi araştırmacılarından Hikmet Tanyu, İbrahim Kafesoğlu ve Bahaeddin Ögel dile getirerek, Gök Tengri Dini olduğunu ifade etmektedir. Buna karşılık Abdulkadir İnan ve Fuat Köprülü ise; ilk Türk dininin   Şamanizm olduğunu söylemektedir. Ancak Türk topluluklarında Şamanizm’e benzeyen bir inancın varlığına ihtimal verecek bir kayıt mevcut değildir. Altay Türkleri tarafından bugün şaman manasında kullanılan Kam sözcüğü 5. yüzyıldan beri kullanılmaktadır. Avrupa Hunları tarihinde atakam ve eşkam isimlerinde iki şeften bahsedilmektedir. Buradaki kam kelimesi eski Türk dininin temsilcisi manasını ifade etmektedir. Uygurlar ve Kırgızlarda kam yerine, Bakşı-bahşı kelimesi büyücü ve sihirbaz anlamlarında kullanılmaktadır.
Şamanlığın dinden ziyade bir sihir sayılması gerektiğini sezen, fakat Türklerin kendilerine has bir dinlerinin olması gerektiğini düşünen Ziya Gökalp; “Şamanizm Eski Türklerin dini sistemleri değil sihri sistemleridir.” İfadesini kullanmaktadır. Türk toplulukları kendilerini şamanist olarak nitelendirmemektedir. Eski Türkler dinleriyle iç içe bir hayat sürüyorlardı. Türkler dinlerine bir isim vermemişlerdi. Her ne kadar inançları animistik, totemistik ve atalara tapınma gibi birtakım özellikler taşısa da, bunu Şamanizm olarak kabul etmek mümkün değildir. Ancak Gök Tengri etrafında şekillenen bir din olduğu için, tamamen kendine özgü bir monoteizm ve Gök Tengri (Tanrı) Dini olarak isimlendirmek mümkündür. Bu nedenle araştırmamızda şaman kelimesi yerine, kam kelimesini kullanacağız. 
Mircae Eliade, Kamlığı vecd ve istiğtak ( extase ) tekniği olarak tanımlamaktadır. Kam, her şeyden önce, kendi özel usulleri sayesinde ulaştığı vecd ve kendinden geçme hali içinde, ruhunun göklere yükselmek, yer altına inmek ve oralarda dolaşmak üzere, bedeninden ayrıldığını hisseden bir aşkın (trans) ustasıdır. Ruhları hükmü altına alarak, ölülerle, tabiat ruhları ( cinler ve periler) ile ve şeytanlarla bağlantı kurmağa muvaffak olmaktadır. Ateş üzerine hakimiyet kurması, hastalanan (Ruhu çalınan) kimselere şifa vermesi, ölü ruhlarının arzularını yerine getirerek zararlarını önlemesi, dertli insanların şikayet ve dileklerini arz etmek üzere, gökteki ve yer altındaki tanrıların yanına giderek aracılık yapabilmesi, bu sayede mümkün olmaktadır. Bu yetenekleriyle topluluk üzerinde korku ve saygı uyandıran, büyüleriyle varlıkları etkileyen Kam, sadece din adamı değil, aynı zamanda tabip, büyücü, üfürükçü, gelecekten haber veren bir kâhin vazifesini de görmektedir. Kamlar, felaketleri insanlar ile görünmez dünyanın varlıkları arasındaki özel bir ilişkinin neticesi olarak görmektedir. İnsanlar çeşitli uğursuzlukların kurbanlarıdır. Bu uğursuzluklardan kurtulmak için uğur getiren bir tılsım olarak,  çift başlı kartalları uğurluk ve talih amacıyla kullanmaktadır. Bu uğursuzlukları dünyadaki gizli varlıklar tetiklemektedir. Kamlar ise, bu ilişkide arabulucu görevi üstlenmektedir.
Kam olmanın genel olarak çeşitli yoları vardır. Kamın diğer insanlar üzerinde garip tesirler uyandıran davranışlarında başarı elde edebilmesi için bazı şartlara ihtiyaç vardır. Bu şartlar şaman olma konusunda kendini göstermektedir. Kam olacak kişi şu iki değişik yolla bu mesleği elde etmektedir.  
Birincisi ; Kamlık mesleğinin babadan oğula mirasla geçmesi, yani kalıtımsal aktarım yoluyla meydana gelmesidir. Altaylarda kam olacak kişi daha çocukken hastalıklı, çekingen ve dalgındır. Ancak kam olacak olan kişinin babası, onu uzun bir süre bu göreve hazırlar, şarkılar ve ilâhiler öğretir. Kırgız ve Kazaklarda Bahşı-bakşılık (kamlık) mesleği babadan oğula geçmekle birlikte, baba iki oğluna birden de bırakabilmektedir. Yakutlarda, Kamın ölümümden sonra Kamlık ruhu kaybolmamaktadır. Ailenin başka bir üyesinde yeniden ete kemiğe bürünerek ortaya çıkmaktadır. Kam olacak kişi çılgın öfke nöbetlerine kapılmağa başlamakta, birden aklını yitirerek ormana çekilmekte, ağaç kabuklarıyla beslenmektedir. Kendini suya ve ateşe atarak, bıçakla yaralamaktadır. O zaman ailesi yaşlı bir Kama başvurmakta; o da onu çeşitli ruh türleri, ruh terbiyesi, ruhları çağırma ve onlara buyurma teknikleri konusunda eğitmeye başlayıp, ona sırra erme sürecini öğretmektedir. Bu sayede Kam, büyü yapmayı, hastalıkları teşhis ve tedavi etmeyi, iyi ve kötü ruhlardan yardım almayı öğrenerek, halkın gözünde ulu bir şahsiyet olmayı elde etmektedir. 
İkincisi ise; tanrısal ya da kendiliğinden gelen bir iç çağrısı veya klanın üyeleri tarafından seçilme Kam yoluyla olmaktadır. Fakat bu şekilde Kam olanlar, mesleklerini miras yoluyla elde etmiş olanlara göre daha zayıf sayılmaktadır. Seçilme yöntemiyle Kam olanların, vecd (esirme) halini elde etmesi gerekmektedir. Belli bir Kamın eğitimini aldıktan sonra ancak Kam olabilmektedir. Bu da çeşitli rüyalar, kendinden geçmeler, Kamlık teknikleri, ruhların isim ve işlevleri, soyağacı ve gizli birtakım dil v.b. gibi yöntemler ve sırra erdirme sürecine bağlıdır.
C. Kamlığa ait kavramlar  
Kamların mesleklerini icra ederken müracaat ettikleri tabiatüstü güçler, bazı ruhlar, birtakım teknik ve kavramlar bulunmaktadır. Bu kavramların neler olduğunu ve niçin kullanıldıklarını aşağıda açıklayacağız. 
a) İyi ruhlar :  
Türklerin eski inançlarının merkezinde Gök Tengri vardır. Bunu yardımcı ve koruyucu ruhlar, kötü ruhlar ve ata ruhları tamamlamaktadır. Türklerin hayatında olağanüstü güçlere sahip varlıklarla, insan hayatı arasında aracılık yapan kamlar vardır. Hayatın çeşitli dönemlerinde birçok fonksiyonu üstlenen kam, dini otoriteyi ve ruhlar arasındaki aracılık işini de yürütmektedir. Türkler, her varlığın bir ruh taşıdığını kabul etmektedir. İyiliklerin ve kötülüklerin de bu ruhlar tarafından meydana getirildiğine inanmaktadır. Bu nedenle onları kızdırmamaya, onların yardımını kazanmaya ve onları memnun etmeye çalışırlardı. Bu yüzden Tengri ve ruhlara ayinler düzenler ve bu ayinlerde kurbanlar kesip şükranlarını onlara sunarlardı. Kamların dua ve ayinlerde, hastalıkları teşhis ve tedavide  müracaat ettikleri iyi ruhların başında Ülgen gelmektedir. Ülgen, büyük ve ulu manasına gelmektedir. Ülgen, insanların iyiliği için çalışırdı. Yardımcısı da Umay adı verilen ve  melek kavramına benzeyen bir dişi ruh idi. Çocukları doğum sırasında ve doğumdan sonra kötülüklerden koruduğuna inanılırdı. Umay’ın koruyuculuğu sadece insan yavrusuna yönelik değildi. O, aynı zamanda bütün canlıların yavrularını da büyüyünceye kadar korumak ve kollamakla yükümlüydü.
Türkler, Münker ve Nekir denilen iki meleğin varlığına ve onların insanı, bütün hayatı boyunca takip ettiklerine inanmaktadır. İslâm’dan önce de Türklerde insanın sağında bulunan Yayuçi, solunda bulunan Körmös adı verilen iki meleğin varlığına inanılmaktadır. Kötü ruhların ebedi olduğu, iyi ve kötü ruhların da varolduğu kabul edilmektedir. Bu yüzden Kam, kötülüklerin uzaklaştırılmasında iyi ruhlardan yardım almaktadır. Türkler  bunlardan başka koruyucu ruhlar olarak, yer-su ile ifade ettikleri tabiat ve vatan ruhlarına, erişilmez yüksek dağ ruhlarına, kaya, taş , orman, ağaç ve bitki ruhlarına inanarak, onlardan yardım da istemektedir.
İyi ruhlarla desteklenen ve onlardan yardım almak için ruhunu göğe çıkararak, yerin derinliklerindeki ruhlarla da ilişki kurabilen Kamlara Türkler genelde ak Kam adını takmışlardır. Kamlar, bazen kısırlık tedavisi için, bazen doğumun kolay geçmesini sağlamak, bazen ölenin ruhunun geri dönmesini önlemek amacıyla cenaze törenlerinde çağrılırdı. Evlenenleri kötü ruhlardan korumak için düğün törenlerinde bulunurdu. Çünkü Kamlar Ulu Tengri’nin bizzat birer koruyucu ruh gönderdiği güçlü sihirbazlardı. 
b) Kötü ruhlar : 
Türklerde ruhların ikinci kısmını kötü ruhlar oluştururdu. Bu kötü ruhların başkanı da Erlik idi. Erlik karanlık dünyanın hakimi, her türlü kötülük  ve hastalığın sebebiydi. Kötülük ruhunu (Erlik)  Abdulkadir İnan şu şekilde ifade etmektedir : “ Erlik, insanlara her türlü kötülükleri yaparak, insanlara ve hayvanlara çeşit çeşit hastalıklar göndermek suretiyle kurbanlar ister, istediği kurban verilmezse musallat olduğu obaya ve aileye ölüm ve felaket ruhlarını gönderirdi. Öldürdüğü insanların canlarını yakalayarak yer altındaki karanlık dünyasına götürür ve kendisine uşak yapardı”.  
Kam, kötü ruhlarla mücadele edebilmesi ve hastalıkları tedavi etmesi için, kam olacak kişinin ruhunu şeytanlar ve diğer yardımcı ruhların bulunduğu yer altına götürüp orada bir ile üç yıl arasında değişen  bir süre içinde kapalı bir yerde tutardı. Daha sonra bedenini küçük parçalara ayırarak, her hastalık için bir parça olmak  üzere düzenlerdi. Kam adayı da bu sayede tedavi yeteneği kazanırdı. Bundan sonra da kam, ruhunun yer altına inişinin ödülü olarak büyük bir güce kavuşurdu. Kötü ruhlara karşı yapılan ayinlerde kamlar, yer altına indiklerini ve orada gezdiklerini temsili birtakım hareketlerle sahnelerdi. 
Bu dünyada kötülük yapan insanların ruhu, kötülüklerinin cezası olarak Erlik alemine , yer altına gönderildiğine inanılırdı. Bu ruhlar bütün insanlara kötülük etmeye ve akrabalarından birini erlik alemine çekmeye çalışırdı. İşte bu kötü ruhlardan insanları korumak için iyi ruhların yardımını sağlayan Kamlara baş vurulurdu.
Altay Türklerine göre Erlik ve ona tabi olan bütün kötü ruhlara Körmös denilmektedir. Körmösler muhtelif hastalıkları, genelde de insan ve hayvanları felaketlere göndermekle yükümlüdür.
Altay Türklerinin inançlarına göre Erlik, tabiatı gereği kendine arık, sakat ve hasta hayvanlardan kurban sunulmasını ister ve bundan hoşlanırdı. Ayrıca Erlik ruhunun hizmetinde olan ruhlara Yek denirdi. Bu kavram şeytan anlamına gelirdi. Yakut Türkleri kötülüklerin kaynağı olan ruha abaası (kötü ruhlar) adını verirlerdi. Türk dünyasında bugün de yaygın olan inanca göre, daha çok, yeni doğum yapan kadınlara ve yeni doğan çocuklara musallat olduğuna inanılan ve kötülüklerin kaynağı olan ruhlara albastı, al karısı ismini vermişlerdi. Altaylarda ve Kırgızlarda doğumun gecikmesi ve güç olması, albastı veya al karısı denilen kötü ruhun lohusa kadına musallat olmasına bağlanırdı.
c) Arva-arvaş :  
Kamların, anlaşılmayan sözler söyleyerek cin çarpmasına karşı afsunlaması, büyü yapması ve üfürükçülüğüne arva-arbağ ya da arvaş denirdi. Afsun yapan büyücü Kamlara verilen ücrete de ürüng adı verilirdi. Kamlar, kötülüklerin insanlar ile görünmeyen dünyanın varlıkları arasındaki özel bir ilişki neticesinde meydana geldiğine inanırlardı.  
Kamlar, ruhu cinler tarafından esir alındığına inanılan insanların ruhlarını geri çağırmak için, yaktığı ateşin içine kayın ağacının dallarını atarak davulunu dumana tutardı. Bu sayede cinler tarafından esir alınan ruhları çağırmaya başlar ve ruhların davula girmesini isterdi. Her ruha ismiyle seslenerek, “buradayım” cevabını aldıktan sonra çeşitli ilâhiler ve anlaşılmayan tılsımlı sözlerle birtakım hareketler ve ritüeller eşliğinde ruhu tekrar getirdiğini tasvir eder, bu şekilde ruh yakalanır ve Kam, ardıç ağacının dallarını yakarak onu tütsülerdi. Bay Ülgen’in gökteki sarayına kadar yapacağı yolculuğu, kendinden geçerek vecd haliyle insanların huzurunda gösterirdi. Kam,  ateşin etrafında büyülü ve Kama ait güçlerini kişileştiren ruhlara, at eti sunarak gösterirdi. Çünkü ateş kutsal güçleri simgeler ve büyük bir temizleyici ve kötü ruhlardan arındırıcı olarak kabul edilirdi.
d) Irk :  
Irk kavramı, Kamların falcılık yapması, kâhinlik yaparak gelecekten haber vermesi ve insanların gönlünden geçeni bilmesi için kullanılan bir kavramdır. Irk; kehanet etmek anlamına geldiğinden, ”kam ırkladı” Kam kâhinlik yaptı, fala baktı demektir. Türkler bir kehanet elde edebilmek için büyücü Kamlara başvurduklarında, büyücü her bir istikamete koşmaya başlıyor ve bayılıncaya kadar nefes nefese kalıyordu. Bu durumdayken hayalinin kendine gösterdiği şeyleri dile getiriyor ve orada bulunanlar, söylenilenlerin gereğini yerine getiriyorlardı. Kamların kelime dağarcıkları halka göre çok fazla olduğundan, bir kehanette bulunacaklarsa insanların anlayamayacağı ifadeleri kullanıyorlardı. Halk da  “kam ırladı” diyerek, gelecek için kehanette bulunduğunu dile getiriyordu. “Irlamak”, aynı zamanda sihirli şarkı, büyülü ilahiler, büyüleyici ve  büyülemek anlamına da gelmektedir.  
Kam, Bay Ülgen’in  sarayına kadar yapacağı yolculukta, ateşin etrafında davulunu döverek çeşitli hayvan sesleri (kaz, ördek, kuş ve at sesleri) çıkararak şu şekilde şarkı ya da ilahi okurdu : 
“Ak göğün üstüne, 
Ak bulutların ötesine, 
Mavi göğün üstüne,  
Mavi bulutların üstüne, 
Yüksel göklere, ey kuş!”  
Bu sesleniş ve çeşitli hayvan seslerini taklit etmekle, kehanetin veya kötü ruhlar tarafından ele geçirilen ruhların geri getirildiğini anlatmış olurdu. Kamlar yaptıkları bu ve buna benzer ırk yöntemleriyle kendisinden yardım isteyen insanlara kâhinlik yaparak yardım ederlerdi. 
e) Yat-yada :  
Yat, yağmuru ve karı yağdırmaya veya rüzgârı estirmeye imkan sağladığına inanılan büyü aracına denilmektedir. Bir başka ifadeyle de  yada sözü, Farsça’dır ve sihirbaz anlamına da gelmektedir.
 Bu nesne yada taşı diye de isimlendirilen bir çeşit taştır. Türklerin çeşitli fonksiyonlar yüklemek suretiyle inançlarının arasına kattığı varlıklar arasında yer almaktadır. Türkler arasında uzun asırlar olağanüstü nitelikleriyle varlığını sürdürmüştür. Türkler savaşlarda hasımlarını korkutmak amacıyla büyücülere başvururlardı. Büyücüler de yada taşının olağanüstü gücü ile gökyüzüne alevler gönderir, ateşten çeşitli şekillerde bulutlar ve rüzgar oluşur ve gökyüzünü kaplardı. Diğer bir olayla ilgili hikâyede de; soğuk ve yağış getirebilen büyücüler, kar ve fırtına meydana getirerek düşmanın üzerine gönderir ve onları mağlup ederlerdi.
Türkler, bu taşın Allah tarafından Yafes’e verildiğine inanırlardı. Yada taşının hayvanların, ineklerin ve atların midesinde bulunan bir salgıdan meydana gelebileceği düşüncesi de mevcuttur. Bu taş tabiat olaylarının ortaya çıkarılmasında da kullanılırdı. Bulutları dağıtmak, yağmur yağdırmak, kar ve soğuk fırtınalar koparmak veya bol miktarda yağmur, kar ve dolu yağdırmak amacıyla kullanılırdı. Ayrıca, gök gürültüsü, yıldırım ve tufanların başlaması gibi kötü hava koşullarının oluşturulması için de kullanılırdı. Büyücüler yat törenlerini genelde yaz aylarında yaparlardı.
f) Yel- yelpin :  
Altay Türkleri arasında Yel, cin peri anlamına gelir, “er yelpindi” ifadesiyle, adama cin çarptı denilirdi. Yelpin, cin çarpmış kişiye denir ki, oğlan cine çarpıldı demektir. Büyük sihirbaz ve büyücüye de yelviçin denilirdi. Türk boylarının çoğunda genelde şerir ruh anlamına gelen yel-yil kelimesi kullanılırdı. Altay Türkleri, insan yediğine inandıkları ve zararlı bir ruh taşıdığı sanılan yaratığa da yilbüke-yelbegün derlerdi.
Kamlar, cinlenme olayını öteki dünya ile bu dünya arasındaki bir iletişim neticesinde, tabiat üstü bir varlıkla ilişki sonucu meydana geldiğine inanırlardı. Halk da uzman bir kişinin bu varlıkları tespit ederek, cin kovma ayinine baş vurması gerektiğini düşünürdü.
Türkler arasında cin inanışı çok yaygındı. Özellikle Uygurlar, Kazak ve Kırgızlara göre cinler, bir meydanda tek başına duran ağaçlarda, ıssız evlerde, ahır ve küllerin atıldığı ortamlarda bulunurdu. Genelde sara hastalığına tutulan kimselere cin çarpmış denilirdi. Cin çarpmış kişiler Bakşı’lara tedavi ettirilir, onlar da önce muska verir, sonra da üflerdi. Üfleme söğüt dalı ile yapılır, okuyup üflendikten sonra bu dalla hasta olan kişiye vurulurdu. Ateşin uzaklaştırıcı etkisinden dolayı ateşle de tedavi ettikten sonra da fala bakardı. Diğer bir tedavi yöntemi de “peri oyunu” yöntemidir ve şöyle yapılırdı : “Türkistan’da evlerin damındaki pencereye “tünglük” denilirdi. Sara hastalığına tutulmuş olan hasta, eve getirilerek söz konusu pencerenin altına bir kazık çakılırdı. Kazıkla pencere arasına bir urgan gerilerek, hastanın bu urgana sıkıca sarılması söylenirdi. Bakşı (kam) dualar okumaya, tılsımlı sözler söylemeye başlar ve elindeki davula vurdukça hasta urgana sarılmaya başlardı. Davulun ritmi arttıkça hastanın hareketleri de hızlanır ve iple tırmanmaya başlardı. Eğer hasta dama kadar çıkarsa bu durum hastanın iyileşeceğine, eğer oraya kadar çıkamazsa kötüleşeceğine işaret ederdi. Daha sonra da hasta kişiyi alıp dışarıda yanan yedi ateşe götürürdü. Adamın başı örtülü olduğu halde, Bakşı yanan bu yedi ateşin etrafında döndürürdü. Adamın başı üzerinden de yedi defa ateşten geçirerek “cin olsan da git, peri olsan da git” diyerek söylenirdi.” Bu ve benzer uygulamalarla Bakşılar (Kamlar) cin ve perileri kovmaya çalışırlardı.  
 D. Büyü ile ilgili uygulamalar :  
Büyü, kendi alanında hedefine ulaşmak için, istediği sonuca göre ak büyü ve kara büyü olarak da uygulanmaktadır. Bu şekilde büyü yapan kişilere Türk toplulukları ak kam ve kara kam ismini vermektedir. İnsanların hayatına, sağlığına, malına mülküne ve hayvanlarına zarar vermek amacıyla kara büyüler yapılmaktadır. Toplumun ve insanlığın iyiliğini, sağlıklı yaşamasını, cinlerin ve şeytanların şerrinden uzaklaşmasını ve ölüm gibi kişisel felaketlerle, sel, fırtına, kuraklık v.b.  gibi doğal afetleri önlemek için de ak büyülere baş vurulmaktadır. 
Kamın varlığının amacı, sıkıntıları körükleyen kötü ruhlarla iyi ilişkiler sürdürerek bu sıkıntıları önlemek ya da aracılık yaparak bu tür sorunları çözüme kavuşturmaktır. Bu açıdan, kamın varlığı vazgeçilmez bir işleve sahiptir ve eylemlerinden topluluğun tümü faydalanmaktadır.  
Kam, öncelikle zekasını ve hayal gücünü kullanır. Düzensizliklerin ve çekilen acıların sebeplerini söyler. Bunlara çare bulmaya çalışır. Kam, dünyanın dengesine ve insanların huzuruna musallat olan zararlı varlıklarla ilişki içerisine girerek sorunların üstesinden gelmek için harekete geçer. 
Kam, her yeni durum karşısında hayal gücünü sergileyerek, birtakım ayinler düzenler. Kam yaşanan uğursuzlukları gidermeye yönelik toplantılar yapar. Genelde bu ayinleri karanlık gecelerdeki oturumlar şeklinde ve bir tiyatro inceliğiyle sergiler. Çünkü ruhlar geceleyin veya şafak vakti harekete geçerek insanlara ilişir. İnsanlar kaygı ve kuşkuya geceleri kapılırlar.

Ak kamlar sade elbiseler giyerler. Kafasında beyaz kuzu postundan bir şapkası, arması ve nişanları vardır. Bir hastalığın nedenlerinin araştırılması, iyileştirilmesi, ölünün ruhuna yer altı yolunda eşlik edilmesi ve evin kötülüklerden arındırılması gibi durumlarda, at kurbanı ve göğe çıkış seansı düzenlenir. Bunun için bir akşam vakti tören hazırlamaya karar verilir. Kam bir çayırda uygun bir yer seçerek oraya yeni bir çadır kurar. Ortasına da dalları budanmış ve gövdesine dokuz çentik, basamak (taptı) oyulmuş genç bir kayın ağacı diker. Kayının üst budakları tepesinde bir bayrakla çadırın üstündeki delikten dışarı çıkar. Çadırın çevresine yine kayın sırıklarından bir çit çekilir. Girişine de ucuna at kıllarından bir düğüm atılmış bir kayın ağacı dikilir. Sonra doru bir at seçilir ve kam tarafından, tanrının hoşuna gideceğine karar verilir. Oradakilerden birine at  teslim edilir. Bu kişiye görevi nedeniyle “baş tutan kişi” adı  verilir.  Kam,  hayvanın  ruhunu  vücudundan çıkarmak ve Bay Ülgen’e doğru uçuşunu gerçekleştirmek için, atın sırtında bir kayın dalı sallar. Aynı işlemi baş tutan kişi üzerinde de yapar. Çünkü bu kişinin ruhu da atınki ile birlikte gök yolculuğu boyunca eşlik edecektir. Bu yüzden kamın elinin altında bulunması gerekir. Kam çadırın içine girerek, yaktığı ateşe kayın dalları atarak davulunu dumana tutar. Ruhları çağırmaya başlar, davula girmelerini buyurur, çünkü göğe yükselirken hepsine ihtiyacı olacaktır. Adıyla çağrılan her ruh “buradayım” diye cevap verir. Kam da davuluyla ruhu yakalamak ister gibi hareketler yapar. Böylece ruhları topladıktan sonra çadırından çıkar. Birkaç adım ötede kaz biçiminde bir korkuluk hazırlanmıştır; şaman ona biner ve uçmak ister gibi ellerini hızla sallarken bir yandan da dualar, güzel sözler ve ilahiler söyler : 
“Kabul et şu parçayı, ey Kayra Han ( Bay Ülgen)! 
Altı yumrulu davulun efendisi, 
Gel bana tıngır tıngır! 
Çok! Dersem eğil! 
Ma! Dersem bunu al!…” 
Kam, Bay Ülgen’e at etini sunar, töreni düzenleyen yurdun sahibinin kutsal güçlerini simgeleyen ateşin efendisine de seslenir. Sonra da at etinden parçalar keserek ruhları temsil eden yardımcılara dağıtır. Kam Bay Ülgen’den kurbanın kabul edilip edilmediğini öğrenir. Yeni hasadın nasıl olacağına dair bilgiler alır. Ayrıca Tanrı’nın başka nasıl kurbanlar istediğini de öğrenir. Bu olay trans (esirme) halinin doruk noktasını oluşturur. Kam bitkin düşerek yere serilir. Baş tutan kişi elinden davulu ve tokmağı alır. Kam, sessiz ve hareketsiz kalır. Bir süre sonra derin bir uykudan uyanıyormuş gibi gözlerini ovuşturarak kalkar, uzun bir yolculuktan dönmüş gibi orada bulunanları selamlar. Bu ritüelden de anlaşılacağı gibi kam, iyi ruhların da yardımıyla birtakım uğursuzlukları, hastalıkları, kıtlık veya ürün bolluğu gibi isteklerini ortaya koymaktadır. Atı kurban etmekle de Bay Ülgen’in hoşnutluğunu kazanarak istek ve arzularını yerine getirmektedir.  
 Ak ya da kara kamların uyguladığı diğer bir büyüsel teknik de, yer altı dünyasına yolculuk uygulamasıdır. Ruhu cinler tarafından esir alındığına inanılan bir kişinin, ruhunu geri getirmek amacıyla düzenlenen bir kam ayinidir. Yer altı dünyasına yaptığı yolculukta kötülüklerin sahibi Erlik Han’la yaptığı çeşitli mücadeleler neticesinde onu memnun ederek hastanın ruhunu geri getirmeyi başarır. Türkler kötü ruhları ateşin mukaddes gücü ile kovarlardı. Çünkü ateşi büyük bir temizlik ve kötü ruhları kovma aracı olarak kabul ederlerdi.
Kam, kısırlığın giderilmesi için, çeşitli ayinler ve uygulamalarla öteki dünyadan gizlice ruhlar çalarak çare bulmaya çalışır. Kam,  hastanın bedenini kaplayan hastalığın öteki dünyadaki kötü ruhlu bir varlığın çiftleşmesinden doğan karanlık ve ince bir katman olarak görür. Kam,  hastanın iyileşmesi için bu katmanı yırtıp atmalıdır. Nitekim bu işin üstesinden gelmek için kaplumbağa, yılan balığı ve sincap gibi delici ve kemirici hayvanlardan faydalanır. Bu yüzden hastalık yapıcı öğenin bedenin dışına atılması sağlanırdı.
Türkler, doğum sonrası ve doğum sırasında kötülük etme gücüne sahip olduğuna inandıkları varlığa “albastı, albasmış, al karısı” derlerdi. Bu varlık tarafından, Lohusa kadınların ciğerinin sökülüp alındığına inanırlardı. Lohusaları bu varlıktan ancak kamlar kurtarabilirdi. Bu iş için Kama baş vurulur, Kam da çeşitli afsunlar okuyarak, lohusanın ciğerini bu kötü ruhun elinden koyun ciğeri ile aldatarak kurtarırdı.
Kamlar, 7 ve 9 sayılarının büyüsel-sihirsel bir güç taşıdığına inanırlardı. Dolayısıyla üzerinde yedi veya dokuz çentik atılmış bir ağaç ya da  direğe tırmanarak Bay Ülgen’e ulaşırlardı. Bu sayılar gök katlarını sembolize ederlerdi.

Kamların önemli uygulamalarından biri de medyumluk, kâhinlik, gelecekten haber verme ve falcılıktı. Eski Türk topluluklarında kısmet, şans ve kehanet başvurulan uygulamalardandı. İnsanların kendi geleceklerini öğrenmek için başvurdukları çeşitli yöntemler vardı. Türkler doğacak çocuklarının cinsiyetini önceden tahmin etmek için ateşle kehanet ederlerdi. Gelecek hakkında bilgi edinmek için söğüt dallarından kestikleri çubukları kullanırlardı. Bu çubukları havaya atarak kaderlerini öğrenmek isterlerdi. Bir kişinin iyilik ve kötülüklerini öğrenmek için, aşık kemiğini yere veya davulun üzerine atarak onun hakkında bilgi sahibi olurlardı. Ölmüş varlıkların bağırsakları veya kavrulmuş kürek kemikleriyle kehanette bulunma yöntemi de yaygındı. Bunun için koyun, keçi veya geyiğin kürek kemiği kullanılırdı. Eti özenle kazırlar, dişlerle dokunmadan çıplak hale getirerek, hakkında bilgi sahibi olunacak şeyin, kürek kemiği kavrulurken düşünülmesi gerekirdi. Böylece kemiğin çıkardığı sese göre kehanette bulunulurdu.
Kamların yaptıkları bu ve benzer uygulamalar, Anadolu Türk halk inançlarına etki etmekte ve büyücülere ilham kaynağı olmaktadır. Bu sayede günümüzde yapılan büyü uygulamalarını da etkilemektedir. 
  

TÜRK HALK İNANÇLARINDA BÜYÜ VE BÜYÜ İLE İLGİLİ UYGULAMALAR 
Yüksek Lisans Tezi
Abdulkadir Sipahi 

 
 

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
ESKİ TÜRKLERDE BÜYÜ VE BÜYÜCÜLÜK
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

BİLGİŞAH ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!