Adı, Kemal Paşazâde Ahmed Şemseddin Efendi veya Şemseddin Ahmed ibnü Süleyman’dır. Dedesi, Fatih Sultan Mehmed Hân periyodunun büyük devlet adamlarından ve hem de Sultan 2. Bâyezid Hân’a lalalık yapmış Kemal Paşa olduğu için ona nisbetle Kemalpaşazâde, Kemalpaşaoğlu yada ibni Kemal diye anılmıştır. Edirne ve İstanbul’da birçok vakıfları bulunan Kemal Paşa, 875 (M.1470) yılında vefât etmiş ve Eski Odalar civarına defnedilmiştir.
Şeyhülislâm ibni Kemal Paşa’nın babası, İstanbul’un fethine de katılmış olan, umerâ sınıfından Süleyman Çelebi’dir. Süleyman Çelebi fetihten sonra Şehzâde Bâyezid’in maiyetinde 879 (M.1474) yılında Amasya muhafızlığına belirleme edilmiş, bu vazifenin peşinden 883 (M.1478) senesinde atandığı Tokat Sancakbeyliği vazifesini de îfâ ettikten sonrasında İstanbul’da vefât etmiş ve babasının Eski Odalar civarında bulunan türbesine defnedilmiştir. Şeyhülislâm ibni Kemal Paşa (Rametullâhi Aleyh)in annesi ise Küpelioğlu/İbnü Küpeli diye malum Muhyiddin Mehmed isimli bir âlimin kızıdır.
Doğumu, Yetişmesi ve Vazifeleri
Şeyhülislâm ibni Kemal Paşa (Rahmetullâhi Aleyh), 1468 senesinde Edirne’de doğdu. Babasının Amasya’da vazifelendirilmesinin arkasından yörenin âlimlerinden Arap dili ve edebiyatı, farsça ve mantık alanına dair öğrenim görerek her büyük âlimin haiz olması ihtiyaç duyulan sağlam bir alt yapı oluşturdu. Medrese eğitimini tamamlayıp müderrisliğe başlamasının peşinden ailevî geleneği takip ederek bir süre ordu arasında vazife üstlenip sipahi olarak seferlere katıldıysa da, Sadrazam Çandarlı İbrahim Paşa’nın meclisinde Filibe Müderrisi Molla Lutfi’nin akıncılardan daha üstte oturduğuna şahit olduktan sonra ilmiyye sınıfına geçmenin daha doğru olacağına kanaat getirdi. Taşköprizâde bu hâdiseyi ibni Kemal Paşa’nın dilinden şöyle kaydetmiştir:
“Sultan 2. Bâyezid Hân ile bir sefere çıkmıştık. O zaman vezir, Halil Paşa’nın oğlu İbrâhim Paşa idi. Şanlı ve kıymetli bir vezir idi. Yanımızda (Yunanistan Fâtihi Evrenos Gâzî’nin torunu) meşhur akıncı Evrenosoğlu Ahmed Bey de vardı. Kumandanlardan hiçbiri onun önüne geçemez, bir mecliste ondan ileri oturamazdı. Ben ise vezirin ve bu kumandanın huzurunda ayakta, esas vaziyette dururdum.
Bir defasında Filibe’de bir toplantı yaparken eski elbiseler giyinmiş bir âlim geldi. Bu zat kumandanlardan da yüksek yere oturdu ve kimse ona mâni olmadı. Ben buna hayret ettim. Arkadaşlarımdan birine, kumandandan da yüksek yere oturan bu zâtın kim olduğunu sordum. ‘Filibe Medresesi müderrisi, âlim bir zâttır. İsmi Molla Lutfi’dir’ dedi. ‘Makamı bu kadar yüksek olan bu kumandandan yukarı nasıl oturur?!’ dedim. ‘Âlimler ilimlerinden dolayı tâzim ve takdir olunur, hepimiz tarafından hürmet görürler. Kumandandan geri bırakılırsa, bu kumandan ve vezir bile buna razı olmazlar’ dedi.
Bunun üstüne ben de şöyle düşündüm: ‘Ben bu kumandanın derecesine çıkamam; fakat çalışır ve gayret edersem şu âlim gibi olurum.’ Böylece ilim tahsil etmeye niyet ettim. Seferden dönünce o meşhur âlim Molla Lutfi’nin huzuruna gittim. Sonra Edirne’deki Dârü’l-Hadîs medresesi müderrisliği bu zâta verildi. Ondan ‘Şerhu’l-Metâlî‘in hâşiyelerini okudum…“
Şeyhülislâm ibni Kemal Paşa, Molla Lutfi başta olmak üzere, Kestellî Muslihuddin Mustafa, Hatibzâde Muhyiddin Efendi, Muarrifzâde Sinâneddin Yûsuf, Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi (Rametullâhi Aleyhim) şeklinde dönemin mühim âlimlerinin rahle-i tedrîsâtından geçti.
Üst düzey bir müderris olarak Edirne Ali Bey (Taşlık) Medresesinde görevlendirildi. Bu görevde bulunmuş olduğu sıralarda kendisine Türkçe Osmanlı Tarihi yazma vazifesi de tevdî edildi. Edirne’nin peşinden Üsküp’teki İshak Paşa Medresesine gönderildi. Kısa bir süre sonra Edirne’ye dönüp Halebiye ve Üç Şerefeli medreselerinde bulundu. Müderrisliğe Sahn-ı Semân’da idame eden Şeyhülislâm ibni Kemal Paşa (Rametullâhi Aleyh) daha yüksek bir düzen olan Edirne Bâyezid Medresesi müderrisliğine getirildi.
Ehl-i Sünnet Müdafası Müfti’s-Sakaleyn
Şeyhülislâm ibni Kemal Paşa (Rametullâhi Aleyh), Ehl-i Sünnet i‘tikâdı konusunda son derece hassastı. Ashâb-ı Kirâm (Rıdvanullâhi Te‘âlâ Aleyhim Ecma‘în)e son aşama hürmet ederdi. Onların hak ve şerefini muhafaza mevzusunda, hamiyet-i diniyesi yüksek bir âlim olarak temâyüz etti.
O dönemde Şah İsmail’in Horasan bölgesini Şiîleştirmeye yönelik yoğun propagandasının Anadolu içlerini tehdit altına almış olması, Osmanlı Devleti’nin müdahalesini zorunlu kıldı. Âlimlerin bir kısmının cihâd fetvâsı vermeye yanaşmadığı sıralarda ibni Kemal Paşa (Rametullâhi Aleyh), Şah İsmail’le savaşmanın cihâd olduğuna dair kaleme aldığı risâlesiyle dikkat çekti. Ashâb-ı Kirâm (Rıdvanullâhi Te‘âlâ Aleyhim Ecma‘în)e yönelik gerçekleştirilen ithamlara büyük bir gayretle cevap verdi.
İbni Kemal Paşa (Rahmetullâhi Aleyh) Ehl-i Sünnet i‘tikâdını muhafazaya yönelik, Fahruddin er-Râzî (Rahimehullâh)ın usûlü suretiyle kelâmî çalışmalarda bulundu. Edebiyat sahasına ait eserleriyle bu alana mühim katkı sağladı. Onun tarihe yaklaşımı da alışılmışın dışındaydı. İbni Haldûn (Rahmetullâhi Aleyh) şeklinde, sebep ve sonuçlarıyla incelediği devrin şartlarını merkeze alan bir tarihçilik anlayışına sahipti.
Arapçayı çok iyi derecede bildiği ve Farsçaya, Fârisîlere ders verebilecek kadar egemen olduğu kaydedilen Şeyhülislâm ibni Kemal Paşa (Rametullâhi Aleyh), fıkıh ve tarih başta olmak üzere, İslâmî İlimlerin her alanına ve tıp, felsefe, şiir gibi alanlar da dâhil olmak üzere birçok alana vukûfiyeti nedeniyle İmam Cemâleddin es-Suyûtî (Rahimehullâh) ile karşılaştırma edilmiş bir âlimdi. Ayrıca münazara mevzusundaki kudreti vesilesiyle İslâm âlimlerinin büyüklerinden Sa‘deddin et-Teftâzânî ve Seyyid Şerîf el-Cürcânî benzer biçimde şahsiyetlerle (Rahimehumallâh) bir tutulmuş ve kendisine ‘muallim-i evvel’ unvanı layık görülmüştür.
Literatür konusunda kudretli âlimlerden Taşköprizâde onun hakkında: “Kemalpaşazâde kendinden öncekileri unutturmuştur.” demiştir. Muhyiddin Mehmed ibnü Pîr Mehmed, Sa‘dî Sâdullah Efendi, Muslihuddin Mustafa, Celâlzâde Sâlih Çelebi ve Muallim-i Sânî Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi (Rahmetullâhi Aleyhim) benzer biçimde büyük âlimler onun talebeleri içinde yer alırlar.
İlmî yönden olmasıyla birlikte ahlâkî yönden de misal bir şahsiyet olan Şeyhülislâm ibni Kemal Paşa (Rahmetullâhi Aleyh), ancak dinî mevzulara değil, dünya ile alakalı konulara da son derece başat, insanların müşküllerinin halli konusunda istişaresine önemle başvurulan, insanlara saâdet-i dareynin yollarını gösteren derin bir mütefekkirdi. Konuşması açık ve vecîz iyi bir hatib; zekâsı ve aklî muhâkemesi kuvvetli bir kimseydi. İbnü Arabî Hazretleri’ne ve sûfî büyükleri (Kaddesallâhu Esrârahum)a muhabbet beslerdi. İnsanların yanı sıra cinnîlere de fetvâ verdiğinden “Müfti’s-Sakaleyn” (İnsanların ve cinlerin müftüsü) olarak anılan bir fakihti.
Yavuz Sultan Selim Hân’ın Şeyhülislâm İbni Kemal Paşa’ya Hürmeti
Şeyhülislâm ibni Kemal Paşa (Rametullâhi Aleyh)in devlet kademesindeki yükselişi devam etti. 1515’te Edirne Kadısı, 1516 senesinde Anadolu Kazaskeri oldu ve Yavuz Sultan Selim Hân’ın Mısır Seferine katıldı; büyük saygınlık gördü. Mısır ve Karaman’ın tahririnde (vergi defterlerinin oluşturulup mükelleflerin bu deftere kaydedilmesi vazifesinde) bulundu.
Anlatıldığına göre Mısır seferi dönüşünde Şeyhülislâm ibni Kemal Paşa (Rahmetullâhi Aleyh)in atının ayağından Yavuz Sultan Selim Hân’ın kaftanına balçık sıçrar. Bunun üstüne Yavuz Sultan Selim Hân: “Ulemâ ayağından sıçrayan çamurlar medâr-ı zînet (süslenilmeye değer şey) ve bâis-i mefharet (sevinç ve iftihâr vesilesi) olur.” der ve o kaftanın, vefâtının arkasından sandukasının üzerine örtülmesi yönünde vasiyette bulunur. Yavuz Sultan Selim Hân’dan sonra tahta çıkan Kânûnî Sultan Süleyman Hân da ibni Kemal Paşa (Rahimetullâhi Aleyh)e son aşama hürmetkâr davranmıştır.
Türbeler 1925 senesinde kapatıldıktan sonrasında türbe eserleri çevresel ve iklim şartlarından etkilendi. Alüminyum bir kutunun içinde katlanmış bir biçimde sandukanın üzerinde bulunan Yavuz Sultan Selim’e ait kaftan 2005 senesinde bulunmuş olduğu yerden alındı. Kumaş lime lime dökülür vaziyetteydi. O yıllarda bu tür tarihi kumaşların restorasyonunu gerçekleştiren TBMM Milli Saraylar bünyesindeki tekstil atölyesine götürüldü. Tutanakla teslim edilen ipek kumaştan nohudi renkteki kaftan ortalama 2 yıl süreyle restorasyon ve konservasyona tabi tutuldu. 2008 senesinde kaftan İstanbul Türbeler ve Müzeler Müdürlüğü’ne teslim edildi. Ancak Yavuz Sultan Selim türbesi o tarihte restorasyona alınmıştı. Kaftan müzeye ilişkin bir depoda muhafaza altına alındı.
Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi dönüşünde ‘Üzerime örtün’ diye vasiyet etmiş olduğu çamurlu kaftanı 17 Nisan 2017’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açılarak kabrin üzerine örtüldü.
Üst Düzey İlmî Vazifeleri, Şeyhülislâmlık Devresi ve Vefâtı
1520’de Edirne Darü’l-Hadîs Medresesi müderrisliği,1522’de Bâyezid Medresesi müderrisliği ve 1524’de Fatih Medresesi müderrisliği şeklinde ilmiyye sınıfının üst seviye mevkîlerinde vazife yaptıktan sonrasında, Kânûnî Sultan Süleyman döneminde Zenbilli Ali Cemali Efendi (Rahmetullâhi Aleyh)in 1526 senesindeki vefâtı üstüne Şehülislâmlığa getirildi. Sekiz sene süresince bu vazifede kaldıktan sonra 16 Nisan 1534 (H. 2 Şevval 940)’te İstanbul’da vefât etti ve kalabalıkları bir araya getiren cenâze namazını müteakip Emir Buhârî Camii civarlarındaki Mahmud Çelebi zâviyesine defnedildi. Onun vefâtına tarih düşürmek için yazılmış olan “İrtehâle’l-ulûmu bi’l-Kemâl” (Kemal’le birlikte ilimler de öldü) ifadesi, onun ilmî şahsiyetine yaşadığı devrin şahitliği açısından mühimdir.
Büyük laf üstadlarından önde gelen ibni Kemal Paşa (Rahmetullâhi Aleyh)in nasihat durumunda birçok lafı kaydedilmiştir ki, bunların bir kısmı darb-ı mesel olarak günümüzde de derhal hepimiz tarafından bilinmektedir. “Kısmetindir gezdiren yer yer seni/Arş’a çıksan, âkıbet yer yer seni”, “Sakla kurt enciğin derin oysun/Besle kargayı gözlerin oysun.” lafları pek meşhurdur. Mevlâ Te‘âlâ hizmetlerini kabul eylesin.
İbni Kemal Paşa Kabri Şerifi Tarifi
Hoca Efendiler İlgili Konular: