Risale Sahibi Fadlullah bin Hasen Türpüşti
661 (m. 1363) senesinde vefat etti Şirazlıdır. Hadis ve Hanefi mezhebi alimlerinin büyüklerindendir. Tasavvufta, Tuhfetüs Salikın kitabı ve Müyessir adındaki Mesabih Şerhi ve Türkçe’ye tercümesine çalıştığımız işbu El-MU’TEMED FİL-MU’TEKAD kitabı, tanınmış eserlerindendir.
BİRİNCİ BÖLÜM – ALLAHU TEALA’YA İMAN
Birinci Fasıl
İman Ne Demektir?
İman demek, tasdik etmek demektir. Tasdik ise, bir kimseyi söylediği sözde doğrulamak ve doğru söylediğine inanmaktır. İman sözü emin, yani emniyet, güvenilir olmak kelimesinden gelmektedir ki, tersi güvensizlik ve korkudur. Yani, emin kılmak demektir.
Biraz daha açıklayalım: Haber veren birisi, bir şeyden haber verdiğinde, dinleyen, o şeyin hakikatini ve doğrusunu bilmezse, söylenen şeyin doğru olup olmadığında tereddüt eder. Söyleyen, böyle yap, şöyle yapma dediğinde, dinleyen o işin doğrusunu bilmezse, elbette tereddütte kalıp, bu kişinin yap veya yapma demesi, doğru mudur diye düşünür. Nihayet kalbindeki gerçek, doğru ve açık olarak karar kılar ve duyduğunun doğru olup, onda bir eğrilik ve yanlış bulmaz da, yap veya yapma sözüne inanırsa, işte o zaman bu itikad ve inanışla özünü emin kılıp, yalan haber olma düşüncesinden kurtulur ve bozuk bir söz olmaktan rahatlar.
İşte böylece kul kendi aklı ile, alemin bir yaratıcısı vardır; O yaratıcı hayy (diri), alim (bilici), kadir (gücü yetici), kadim (başlangıcı olmayan), baki (hep vardır) diye bilir, Peygamberler Aleyhimüsselam vasıtası ile kendisine ulaşmış olan doğru tevhidin şartlarına inanır, kabul eder ve bunlarda bir şüphesi kalmadığını bilirse, nefsi (içi, kalbi) rahatlar ve bildiğinde yanlışlık korkusu kalmaz. Bildiğinin ve işittiğinin yalan veya yanlış olması ihtimali kalkar.
İkinci Fasıl
Alemin Yaratıcısı Hakkında Bilinmesi Vacip Olanlar
Yapmak ve yapmamakta kul ne ile mükellef ise, en evvel onları bilmek ona farzdır. Yani en önce kula lazım olan, bütün bu alemin bir yaratıcısı olduğunu bilmek ve bunun Allahü Teala olduğuna inanmaktır. Allahü Tealadan başka olan her şeye ALEM denir.
Müslümanların avam ve cahillerinin çoğu, ana ve babalarından Müslüman olarak dünyaya gelip, yetişmişler, dilleri kelime-i tevhide alıştırılmış, kulaklarına hep bu tevhid kelimesi söylenmiş ve böyle büyümüşlerdir. Yani ana ve babaları onlara, ‘i..llah birdir, kadimdir, hiçbir şeye benzemez. O’ndan başka her şey O’nun yaratması ile meydana gelmiştir” demişlerdir ve din sahipleri, yani Müslümanlar, kendilerini kelime-i şehadet, zekat, oruç, haç, ezan, namaz, Kur’an-ı Kerim okumak, helal ve haram olanları taklit yolu ile öğrenmiş ve edinmiş halde bulmuşlardır. Bu bakımdan hak dini sevmek kalplerine tatlı gelmiş ve onu hak bilmek onların itikadı olmuştur. Bundan daha iyisi şudur ki, Muhammed Mustafa’nan (Salldlldhıı Aleylıi ve Sellem) peygamber olduğu, mucizelerinden ve diğer hallerinden
paygamberliğinin doğruluğuna ait işaret ve alametler tevatür halinde, arada zaman bakımından hiç kopukluk olmadan peyder pey, hiçbir şüphe bulunmadan, kendilerine varmıştır. Ve O’nun hak Pey gamber olduğu kalplerine yerleşmiş ve sağlamlaşmış ve bilmişlerdir ki, O (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) insanları Hakkın tevhidine ve O’na ibadete davet etmiştir.
Bu sağlam hüccet ve doğru din, onların akidesi olmuştur. Böylelerinin imanı doğrudur, güzeldir. Amma bundan daha mükemmeli şudur ki, inceleme ve araştırmaya çalışıp, bu manaları bir çeşit delil ile ortaya çıkarıp, anlamalı ve bu inceleme ve idrak ile dininin temelini daha sağlam yapmalıdır. Amma Allahü Teala’nın Kur’an-ı Kerim’de bildirdiği hüccet ve delillerle yetinirsek, Allah için, İtikad bilgilerinde yeterli olur. Ehl-i sünnet ve cemaatin öncüleri olan Selef-i salihin alimleri bu kadarını kafi görmüşler, umum için bunu beğenmişlerdir. O halde onları takib edenin kalbi de, dini de selamette olur. Zira onlara uymak mübarektir, onlara uymamak ise bedbatlıktır. 1
1-) Zira, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, Allahü Teala’nın Kitabı, Rasulüllah’ın Sünneti, Sahabenin ve Al-i Rasulüllah ‘ın sözlerine dayanmaktadır. Bozuk düşüncelere, asılsız felsefeye, nefsi görüşlere, indi mülahazalara asla açık değildir. Bunun için Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat yolunda olanlara Ehl-i Hak (doğru yol sahipleri) denir. Diğer mezhepler böyle değildir. Onlara nefsi düşüncele0 indi mulahazala0 yanlış mukaddimeler ve felsefi görüşler karışmıştır. Bunun için onlara uymak bedbahtlık ve bidatdir. Sünnet ve Cemaat ehli olmanın alameti şudur: Abdüllah ibni Abbas (Radıyallahu Anhuma) buyurdu ki: “Bu meseleleri yakinen bilensünnidir. “Bu meseleler şunlardır:
- Hazret-i Ebu Bekr’in Hazret-i Ömer’den, Hazret-i Ömer’in Hazret-i Osman’dan, Hazret-i Osman’ın Hazreti Alf’den ve O’nun da diğer bütün Eshabdan -radıyallahu teala anlüm ecmaın- üstün olduğuna ve Eshab-ı Kiramın diğer Müslümanlardan fazıletli bulunduğuna inanmak.
- İki kıbleyi de tazım etmek. Yani çok Peygamberlerinkıblesi olan Beytü’l-mudaddese ve bizim Peygamberimizin kıblesi olan Kabeye karşı saygılı olmak.
- Mest üzerine mesh etmeyi caiz bilmek.
- Şeriatin Cennetlik ve Cehennemlik olduklarını bildirdiklerinden başka hiç kimsenin kat’i olarak Cennetlik ve Cehennemlik olduğuna hükmetmemek. Cehennemlik olduğu bildirilenlerden bazısı İblis ve Ebu Leheb’dir.
- Resul-i Ekremden (Sallalahu Aleyhi ve Sellem) sonra hilafet otuz senedir. Ondan sonrası meliklik, padişahlık ve sultanlıktır” diye inanmak.
- İyi ve günahkar her müminin arkasında namaz kılmayı caiz görmek.
Allahü Teala Bakara suresi 163. ayetinde mealen, “Sizin Rabbiniz, zatında ve sıfatlarında birdir ve eşi yoktur. O’ndan başka ilah yoktur. Kullarına çok merhametlidir ve müminlere rahmeti de pek fazladır” buyuruyor.
Kur’an-ı kerimin ayetleri açıkca gösteriyor ki, alem1 yani Allahü Teala’dan başka herşey, bütün kainat mahluktur, yaratılmıştır. Yaratılmış olanın ise, muhakkak bir yaratıcısı vardır. Bundan sonraki ( 164.) ayette mealen, “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de, ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde, düşünen bir toplum için Allah’ın varlığını ve birliğini ispatlayan bir çok hüccetler1 deliller vardır” buyuruyor.
Bu ayet-i kerime gösteriyor ki, Allahü Teala, eğer benim ilah olduğumda yakininiz, imanınız tam değilse, bu ayette bildirdiğim nişan ve alametlere bakıp düşünün. O zaman üluhiyet ve vahdaniyyetimde şüpheniz kalmadığını anlarsınız, buyurmaktadır.
Akıl sahipleri göklere bakınca, gökte ve göğün derinliklerinde sayısız sabit yıldızları, on iki burcdaki yıldızları ve yedi gezegeni hep ayrı yörüngelerde bulur. Her birinin belli bir zamanda belli mesafe kat’ ettiğini, bu mesafeden asla geri kalmadığı gibi iler de gitmediğini ve bilinen hududu aşmadıklarını, ayın ışık, güneşin ziya verdiğini, diğer yıldızların ışık ve ziya vermekte ( uzaklıkları sebebiyle) böyle olmadıklarını, güneşin ufkun üstünde durdukça gündüzün devam ettiğini, batınca gece olduğunu, mevsimlerin dünyanın güneşin etrafındaki hareketi ile alakalı bulunduğunu, her mevsimin canlıların yaşamasında işe yaradığını görür. Apaçık anlaşılıyor ki, bu kadar şaşmazlığın ve nizamın bir sahibi vardır.
Bu nizamı kuran ve idare edenin yıldızlar olabileceğini söylemek mümkün değildir. Zira onların idare ve nizamı kendilerine verilmedi ki, başkasını idare etsin ve düzene soksunlar. Yıldızlar ve onlara tesir eden kuvvetten anlıyoruz ki, yıldızların - Salih ve asi olan her müslüman cenazenin namazını kılmayı caiz görmek.
- Hayır ve şerrin takdirini Allahü Teala’dan bilmek.
- Hükümdar ister adil ister zalim olsun, bagiliği ( devlete isyan etmeyi) caiz görmemek.
Seyri doğru olsa, bir daha geriye dönemezler ve hep hareket halinde bulunan, daima dönüp duran bu gök cisimleri, hiçbir zaman hareketten sükunete geçemezler. Bütün bunlar gösteriyor ki, göklerde olanların hepsi, sonradan yaratılmıştır. Bunları tedbir, teshir, tedvir eden ve yaratan bir yaratıcı olmadan bunlar olamaz. Gökten aşağı sarkan bulutlara bakın! Su ile yüklenmiş ağırlaşmışlar.
Rüzgar onları sürüp götürüyor, bir araya topluyor, dağıtıyor. O bulutlardan inen yağmurlar, insanların ve hayvanların yaşamasına sebep oluyor. Ölü topraklar onunla canlanıyor. Bazen o bulutlardan sağanak halinde yağmur yağıyor, bazen de geçip gidiyor, bir damla bile düşmüyor. Bazen bir memleketi, bir yöreyi kaplıyor, ama yüzlerce memlekete de yağmıyor.
Rüzgarlara dikkat edin! Zaman zaman çok sert esiyor. Bazen de hiç esmiyor, bir yaprak sallanmıyor. Kimi zaman kuzeyden, kimi zaman güneyden, bazen doğudan, bazen batıdan, bazen de karışık esiyor. Bu saydıklarımızdan hiçbiri, bu işleri kendi irade ve ihtiyarı ile yapmıyor. Çünkü hiçbirinin iradesi yoktur. bunların zaman zaman çeşitli hallere girmesi gösteriyor ki, bunlar, kudret ve hikmet sahibi olan kainatı yaratanın tedbiri, düzenlemesi ile olmaktadır ve bu tasarrufunda nice hikmetler vardır.
Toprağa bakınca, görürsünüz ki, çeşitli özelliklere sahiptir. Toprak, ayrı kitleler olmayıp birbirine bağlıdır. Ama kimi yumuşak, kimi sert, kimi sıkı, kimi gevşek, kimi alçak, kimi yüksek, kimi verimli, kimi çoraktır. Toprak her yerde aynı renkte değildir. Madenleri, bitkileri, meyveleri ayrı ayrıdır. Hatta bir dalda yetişen iki meyvenin tadı ve rengi ayrıdır. Daha çok şaşılacak şudur ki, taze bir ağacın bir dalında bir parmak ucu kadar olmayan bir yerinde hem dert hem de derman bulunmaktadır. Toprağın kimi yeri çok sıcak, kimi yeri çok soğuktur. Bütün bunları, o yerlerin hava ve suyuna bağlamak doğru değildir. Zira aynı hava ve su ile yetişmiş olan bir ağacın, bir dalındaki iki meyveye güneş de eşit vurmaktadır. O halde bu hayranlığı uyandıran, Hakim ve Kadir olan alemin yaratcısının sanatındaki hikmetten başkası değildir. Allahü Teala Kur’an-ı kerimde bunu bildirmekte ve Ra’d suresi dördüncü ayet,i kerimesinde mealen, “Yeryüzünde birbirine komşu kıt’alar, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır.
Böyle iken yemişlerinde bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır” buyurmaktadır.
Aynı topraktan ve aynı sudan beslenen bitkilerin, herbirinin tadı birbirinden çok farklı olan meyveler vermesi, Allahü Teala’nın varlığının ve kudretinin en açık delillerindendir.
(Tibyan tefsirinde diyor ki, insanlar da buna benzer. Renkleri, şekilleri, suretleri, heyetleri, sesleri, huyları, tabiatları ayrı ayrıdır. Halbuki hepsi aynı ana ve babadan meydana gelmiştir. Medarik tefsirinde de şöyle bildirilir. Etkilenmelerde, nurlarda ve sırlarda kalpler ayrı ayrıdır. Her kalbin bir sıfatı, her sıfatın bir neticesi vardır.
Bazı kalpler inkarcı, bazı kalpler kibirli olur. ”.Ahirete inanmayanlar var ya, onların kalpleri inkarcı, kendileri de kibirli kimselerdir” ayet-i kerimedir. (Nahl suresi, 22. ayeti). Bazı kalpler de, Allahü Teala’nın zikri ile mutmain ve rahat olur. Nitekim Ra’d suresi 28 ayetinde mealen, “Kalpleri Allah’ın zikri ile huzura kavuşanlar” buyuruluyor.
Yolun ayrılığına bak, nereden nereye!
Eğer bir kimse, kendisine herşeyden daha yakın olan nefsine bakarsa, bu delillerden çoğunu kendinde bulur. Allahü Teala Zariyat suresi 20. ve 21. ayetlerinde mealen, “Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ayetler vardır” buyuruyor. Yani, yeryuzunun dağlarında, denizlerinde, ağaçlarında, otlarında, madenlerinde ve canlılarında Cenab-ı Hakkın kudret, irade ve birliğine delalet eden alametler açıkça sergilenmektedir. “Kendi nefislerinizde de öyle; görmüyor musunuz?” Yani, ibret nazarı ile bakın ve kendi zatınızdaki yüksek sanat alametlerini görün.
Zira kainattaki her şeyden sizin vücudunuzda bir nümune vardır. (Hakayık-ı Sülemi’de der ki: Kim bu alametleri kendinde görmez ve kendi vücudunda kudret eserlerini bulmazsa, nasibini yitirmiş ve hayattan alınacak hisseyi almamış olur. (Tefsir-i Hüseyni)
Kendine nazar eyle, sen sevgili bir ersin,
Kendini yere atma, sen yüksek bir yerdensin.
Sen gözünden saklısın, kemalin bilemezsin,
Sadefini kır da çık, zira çok kıymetlisin.
O nişan ve alametler şunlardır ki, sen kendi yaratılışını ve yapını düşünür, bir halden bir hale dönüştüğünü göz önüne getirirsen, bilirsin ki, ana karnında bir damla su idin. Sonra kan pıhtısı oldun. Sonra ete dönüştün. Sonra kemiklerin, bunların üzerine derin yaratıldı. Böylece hikmetli vücudun meydana geldi. Ona ruh verildi. Hiç şüphesiz bu noksan halden kemale gelmen senin tedbir ve iradenle olmadı.
Zira değil ki, o acz halinde, akıl ve baliğ olduktan sonra bile, yaratılmış olduğun şekline bir parmak ucu kadar bir şey ilave edemezsin. Bir organın eğri olsa doğrultamazsın, biri noksan olsa, tamamlayamazsın. Sonra zaman geçer, o genç ve kuvvetli halinden ihtiyarlığa dönersin. Sıhhatli ve sağlam iken, şimdi güçsüz ve hastalıklarla uğraşırsın. Bunu senmi istedin de böyle oldu? Hayır, sen istemedin. Gençliğine doymadın. Ama ihtiyarlık halini kendinden atamaz, değiştiremezsin.
Bütün bunları bilince, şüphesiz olarak anlarsın ki, bu haller ve değişmeler11 alemin yaratıcısı olan Kadir ve Hakim halıkın irade ve ihtiyarı ile olmaktadır. Ve yine yakinen anlarsın ki, bunları yapan tabiat değildir. Çünkü nutfenin, yani bir damlacık meninin oluşup büyüdüğü kuvvet, birbirine zıt dört şeyden hasıl olmaktadır. Bunlar da, hararet, bürüdet, rutubet ve yubusetdir. Yani sıcaklık, soğukluk, yaşlık ve kuruluktur. Anasırın ( eşyanın) tabiatı işte bunlardır. Yani su, ateş, hava ve toprak.
Bu dördünün, hatta bunlardan ikisinin, bunlara hükmeden ve dilediği gibi tasarruf eden bir birleştirici olmadan bir araya gelmesi ve birleşmesi mümkün değildir. Mümkün olsaydı, su ile ateş, bir müdebbirin tedbiri olmadan bir araya gelirdi. O halde açıkça anlaşılmış oluyor ki, hayvanların ve diğer şeylerin bedenlerindeki tabiatin eserleri, hep Hakim ve Kadim bir yaratıcının tedbiri, düzenlemesi ile olmaktadır.
Aynı şekilde yine görüyoruz ki, tabiatlerin eserleri (karakterleri izleri ve tezahürleri) ayrı ayrıdır. Birinin diğerine galip bulunması da mümkündür. O da gösteriyor ki, onun tedbirini Kadir ve Kahhar bir yaratıcı yapmaktadır. Buraya kadar anlatılanlar, alemin mahluk olduğunu (yoktan yaratıldığını) ve yaratılmış olanın muhakkak bir yaratıcıya muhtaç olduğunu, yaratıcı olanın ise yaratılmış olmasının caiz (mümkün) olmadığını göstermektedir.
Not: Risaleden Alıntı Burada Sona Erdi. İnşaallah Bir Sonraki TÜRPÜŞTİ RİSALESİ 2 diye Devam Edecek
İMAN’IN ŞUBELERİ
Hadis-i Şerifler’de beyan edildiği üzere: La ilahe illallah demek: “1- Meleklere, 2- Kur’an-ı kerime, 3- Peygamberlere 4- Ahıret gününe, 5- Öldükten sonra dirilmeye, 6- Kadere yani hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, 7- İnsanların mahşer yerinde toplanmasına, 8- Cennet ve Cehenneme insanların gtimesine, 9- Allah sevgisine, 10- Allah korkusuna, 11- Allah’tan ümit etmeye, 12- Allah’a tevekkül etmeye, 13- Muhammed Mustafayı (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve alini sevmeğe, 14- Rasulüllah’a tazime, 15- Dinini aziz tutmaya, 16- Din ilimlerini öğrenmeye ve öğretmeye, 17- Kur’an-ı kerime tazim etmeye, 18- Abdest almaya 19- Beş vakit namazı kılmaya, 20- Zekat vermeye, 21- Oruç tutmaya, 22- İ’tikaf etmeye, 23- Hac yapmaya, 24- Cihada katılmaya, 25- Cihad sebeplerini, harp aletlerini önceden hazırlamaya, 26- Cihadda bulunup harpten kaçmamaya, 27- Ganimetin beşte birini vermeye, 28- Köle Azad etmeye, 29- Kefaret vermeye, 30- Sözünde durmaya, 31- Nimete şükretmeye, 32- Dilini korumaya, 33- Emaneti korumaya, 34- İnsan öldürmemeye, 35- Fercini (iffetini) korumaya, 36- Haram maldan uzak durmaya, 3 7- Yemekte ve içmekte takva üzere olmaya, 38- Giyinmekte ve kullanılan eşyada şeriatin dışına taşmamaya, 39- Oyun, çalgı, müzik ve şarkılardan uzak olmaya, 40- Harcamada orta halli olmaya, 41- Kin ve hasedi bırakmaya, 42- Müslümanı ayıplamamaya, 43- Amelinde ihlas üzere olmaya, 44-ihsan ve iyilik edince sevinmeye, 45- Günaha tevbe ile hemen çare bulmaya, 46- Kurban ve Akikada gevşeklik göstermemeye, 47- Ulu’l-emre itaete, 48- Ümmetin sözbirliğinden ayrılmamaya, 49- İnsanlara adaletle muamele etmeye, 50- Emr-i maruf ve nehy-i münker yapmaya, 51- İyilik ve takva ile yardımlaşmaya, 52- Edep ve haya sahibi olmaya, 53- Anne ve babaya ihsan (İyilik) üzere olmaya, 54- Sıla-ı rahme, 55- İyi ahlak üzere bulunmaya, 56- Köle ve hizmetçilerine ihsan ve iyilik etmeye, 5 7- Efendisinin hakkını ödemeye, 58- Çocuklarının hakkını gözetmeye, 59- Dinini seven ve kayıranları sevmeye, 60- Verilen selamı almağa, 61- Hastaları yoklamaya, 62- Cenaze nemazı kılmaya, 63- Aksırıp elhamdülillah diyene, yerhamükellah demeye, 64- Küfür ve fesad ehlinden uzak durmaya, 65- Komşusuna ikram etmeye, 66- Misafire ikramda bulunmaya, 67- Müminlerin ayıp ve kusurlarını örtmeye, 68- Sabır ve zühd üzere olmaya, 69-Az yemeye, 70- Kısa emelli olmaya, 71- Doğruda gayret sahibi olup aşağı olmamaya, 72- Boş konuşmalardan uzak olmaya, 73- Cud ve cömertliğe, 7 4- Küçüklere karşı merhametli, büyüklere karşı saygılı olmaya 75- Dargın ve kırgınları barıştırmaya,76- Kendisi için sevdiğini, başkası için de sevmeye,77- Kendine istemediğini başkasına da istememeye, 78- İnsanların geçtiği yoldan onlara eziyet veren şeyleri kaldırmaya” yani bunların iman gereği uyulması gereken şeyler olduğuna inanmak demek olup, bunları tasdik İmanın şubelerini ve dallarını kabul etmektir. (Beyhaki, Şuabü’l-iınan, no: 11269, 7 /540)
Kaynak: Lalagül Dergisi / Cübbeli Ahmet Hoca
Türpüşti Risalesi ilgili Konular: