İslâm kardeşliğini yaşayıp yaşatmak husûsunda, Ramazan günleri de müstesnâ bir nîmettir. İlâhî rahmetin tuğyân ettiği o mübârek ayda, kardeşlik vazîfelerini yerine getirmeye daha büyük bir hassâsiyet göstermek îcâb eder.
HANGİ SADAKA DAHA BÜYÜKTÜR?
Nitekim insanların en cömerdi olan Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Ramazân-ı Şerîf’te hiçbir engel tanımadan tatlı tatlı esen rahmet rüzgârlarından daha cömert olur, bütün ibâdet ve ihsanlarını artırırdı. Kendisine:
“–Hangi sadaka ecir bakımından daha büyüktür?” diye sorulduğunda:
“–Ramazân-ı Şerîf’te verilen sadaka…” buyurmuşlardır. (Tirmizî, Zekat, 28/663)
Zira Ramazan, bütün hayır-hasenâtın kat kat sevapla mükâfatlandırıldığı ilâhî bir lutuf mevsimidir. İçinde bin aydan hayırlı bir Kadir gecesi bulunan Ramazân-ı Şerîf’i lâyıkıyla ihyâ edenler, sayısız nîmetlere nâil olurlar. Ona duyarsız kalanlar ise, dehşetli bir mahrûmiyete dûçâr olurlar.
PEYGAMBER -sallâllâhu aleyhi ve sellem- EFENDİMİZ’İN RAHMETTEN UZAK OLSUN DEDİĞİ ÜÇ KİŞİ
Kâ’b bin Ucre -radıyallâhu anh- anlatıyor:
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün bize; “Minbere yaklaşın!” buyurdu. Biz de yaklaştık. Birinci basamağı çıktı; “Âmîn!” dedi. İkinci basamağı çıktı, yine; “Âmîn!” dedi. Üçüncü basamağı çıktı, aynı şekilde;“Âmîn!” dedi.
Minberden indiğinde:
“–Yâ Rasûlallâh! Bugün sizden daha önce işitmediğimiz şeyler duyduk. (Bunun hikmeti nedir?)” diye sorduk.
Şöyle buyurdular: “–Cibrîl -aleyhisselâm- bana göründü ve;
«Ramazan’a erişip de günahları affedilmeyen kimse rahmetten uzak olsun!» dedi. Ben de «Âmîn!»dedim.
İkinci basamağa çıktığımda; «Sen’in ismin yanında zikredilip de Sana salevât getirmeyen kimse rahmetten uzak olsun!» dedi. Ben de «Âmîn!» dedim.
Üçüncü basamağı çıktığımda: «Anne-babası veya ikisinden birisi yanında yaşlanıp da (onları râzı ederek) cenneti kazanamayan kimse rahmetten uzak olsun!» dedi. Ben de «Âmîn!» dedim.” (Hâkim, IV, 170/7256; Tirmizî, Deavât, 100/3545)
RAHMET MEVSİMİ
Nasıl ki taşa veya denize yağan nisan yağmurunun hiçbir faydası olmazsa Ramazân-ı Şerîf’in hakîkatine erebilmek için de o aya mahsus olan gufrân yağmurlarından güzelce istifâde etmek zarûrîdir. Ramazân-ı Şerîf’i bütün bir yıl boyunca kaybettiklerimizi telâfî ve yanlışlarımızın kefâretini ödeme fırsatı bilip büyük bir şevk ve gayretle onun rahmet ve mağfiret faslından istifâdeye çalışmalıyız.
Nitekim ecdâdımız bu hususta da bizlere müstesnâ hâtıralar bırakmışlardır. Mahallelerindeki garip, kimsesiz, yetim, dul, fakir-fukarâya bilhassa bu ayda evlerini ve gönüllerini açmışlar, oruçlulara iftar ettirmişler ve müstesnâ bir nezâketle “diş kirâsı”[1] adı altında ayrıca bir hediye de takdîm ederek, ikram üstüne ikramda bulunmuşlardır. Câmi şadırvanlarından terâvih çıkışında en kaliteli baldan yapılmış şerbetler akıtarak cemaate ikram etmişlerdir. Zekât, fitre ve sadakalarla, dertlilerin dert ortağı, mahzun gönüllerin tesellî kaynağı olmuş, bayramları da dargınları barıştırmaya fırsat bilmişlerdir. Böylece toplumun bütün kesimlerini kardeşlik ve muhabbet duygularıyla birbirine kenetlemişlerdir.
Ne mutlu bu İslâmî güzelliklerle Ramazân-ı Şerîf’i ihyâ edip ilâhî af fermânını almış olarak hakîkî bayrama erişebilenlere!.. Ne mutlu her gecesini Kadir, her gördüğünü Hızır bilip bu ebedî kazanç fırsatlarını değerlendirebilenlere!..
Cenâb-ı Hak cümlemizi îman hassâsiyetiyle din kardeşliğini yaşayıp yaşatan sâlih kullarından eylesin. Bütün bir ömrümüzü rızâsına muvâfık amellerle ihyâ ederek ebedî bayramlara erişmemizi lutf u keremiyle ihsân eylesin!
Âmîn…
[1] Diş kirâsı: Ramazân-ı Şerîf iftarlarının güzel âdetlerinden biridir. İftar davetine iştirâk edenler, hâne sahibinin ecir kazanmasına vesîle oldukları için, ayrılacakları zaman bir miktar para veya hediye ile uğurlanırlar. Bu güzel âdete, ince bir teşbih ile “diş kirâsı” denilmiştir. Maksat, fakir-fukarâyı rencide etmeden zarif bir üslûb ile sevindirmektir.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından -1-