Ebu’I-Hasen eş-Şazeli (Radıyallahu Anh) a ait olan bu salat sığası yüzbin kere salat okumaya denktir. Bir sıkıntının açılması için okunması gereken adet beşyüzdür. Bu salatta Rasfilüllah (Sallcıllahu Aleyhi ve Sellem) hakkında “Allah-u Te’ala’nın Zat’ının nuru” diye tabir edilmesi, Allah-u Te’ala, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in nurunu hiçbir madde vasıtası olmaksızın kudretinden yarattığı içindir.
Nitekim Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in, varlığın anahtarı ve her mevcudun ana maddesi olduğu Cabir (Radıyallahu Anh.) dan rivayet edilen şu hadis-i şerifte açıklanmıştır.
Abdürrezzak (Rahimehullah) ın, Cabir ibni Abdillah (Radıyallahu anh) dan senediyle rivayet ettiği hadıs-i şerifte o şöyle demiştir:
Bir kere ben: ”Ya Resulullah! Anam babam sana feda olsun! Allahu Te’ala’nın her şeyden önce yarattığı ilk şeyi bana haber verir misin?” dediğimde o:
”Ey Cabir! Şüphesiz Allah-u Te’ala varlıkları yaratmadan önce senin peygamberinin nurunu Kendi (emıiyle vasıtasız olarak yarattığı özel) nurundan yaratmıştır. O nur kudretle, Allah-u Te’ala’nın dilediği yerlerde dolaşmaya başlamıştır. O vakit ne Levh, ne Kalem, ne cennet, ne cehennem, ne melek, ne gök, ne yer·, ne güneş, ne ay, ne cin, ne de insan yoktu!
Allah-u Te’ala mahlukatı yaratmak isteyince, o nuru dört parçaya ayırdı; birinci parçadan Kalem’i, ikincisinden Levh’i, üçüncüsünden Arş’ı yarattı. Sonra dördüncü parçayı da dört parçaya ayırdı; birinci parçadan Arş’ı taşıyan melekleri, ikincisinden Kürsı’ yi, üçüncüsünden ise geri kalan melekleri halketti.
Sonra dördüncü parçayı da dört cüze ayırdı; birincisinden gökleri, ikincisinden yerleri, üçüncü sünden de cennet ve cehennemi var etti, sonra dördüncü parçayı dört cüze ayırarak; birincisinden müminlerin gözlerinin nurunu yarattı, ikincisinden kalplerinin nuru olan; Allahı bilmeyi, üçüncüsünden de ünsiyetlerinin nuru olan tevhidi ki, o da: La ilahe illallah Muhammedü’r-Rasülüllah'(a inanmaları)dır!’‘
Abdürrezzak’ın, Ma’mer’den, onun lbni Münkedir’ den, onun da Cabir’ den (Radıyallahu anhüm) rivayetine göre o şöyle demiştir: Ben Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) e Allah-u Te’ala’nın yaratmış olduğu ilk şeyi sorduğumda:
”Ey Cabir! O, senin peygamberinin nurudur! Allah önce onu yarattı, sonra bütün hayırları onda yarattı, her şeyi ondan sonra yarattı. Onu yarattığı zaman (manevi) yakınlık makamında huzurunda onu oniki bin sene tuttu.
Sonra onu dört kısma böldü; Arş’ı ve Kürsı’yi birer kısımdan yarattı, Arş ‘ı taşıyan meleklerle Kürsi’yi bekleyen melekleri bir kısımdan yarattı. Dördüncü kısmı (manevi) yakınlık makamında oniki bin sene tuttu, sonra onu dört kısma ayırdı; bir kısımdan Kalem’i, bir kısımdan Levh’i, bir kısımdan da cenneti yarattı.
Sonra dördüncü kısını korku makamında oniki bin sene tuttu, daha sonra onu dört parçaya ayırdı; Bir parçadan melekleri, bir cüzden güneşi, bir cüzden de ayı ve yıldızlan halketti.
Böylece dördüncü cüzü ümit makamında oniki bin sene ikame etti. Sonra onu da dört cüze ayırdı; bir cüzden aklı, bir cüzden ilim ve hikmeti, bir cüzden de ismet ve tevfikı (günahlardan korunma ve hayırlara muvaffak kılınmayı) yarattı.
Dördüncü cüzü haya makamında oniki bin sene tuttuktan sonra, Allah-u Azze ve Celle ona tecelli buyurunca, o nur ter attı. Böylece ondan yüzyirmidörtbin nur damlası damladı, Allah her bir damladan ya bir nebinin ya da bir rasulün ruhunu yarattı. Sonra peygamberlerin ruhları nefes aldı, Allah onların nefeslerinden kıyamete kadar gelecek velileri, şehitleri, saidleri ve itaatkarları var etti.
Demek ki, Arş ile Kürsi benim nurumdandır, (meleklerin efendileri olan) Kerubiy yun benim nurumdandır, ruhaniler ve melekler benim nurumdandır, cennet ve içindeki nimetler benim nuruındandır, yedi kat göklerin melekleri benim nurumdandır, güneş, ay ve yıldızlar benim nurumdandır, akıl ve tevfik benim nurumdandır, rasullerin ve nebilerin ervahı benim nurumdandır, şehitler, saidler ve salihler benim nurumun mahsulündendir.
Sonra Allah onild bin hicap yarattı ve benim nurum olan dördüncü parçayı her hicapta bin sene bekletti ki, o perdeler; ubudiyyet (kulluk), sekinet (tecellıye mazhariyetin verdiği sakinlik), sabır, sıdk (doğruluk) ve yakin (şüphesiz inanç) makamlarıdır.
Böylece Allah o nuru her hicaba daldırıp bin sene bekletti, o nuru bütün perdelerden çıkarınca Allah onu birleşik halde yeryüzüne koydu. Artık karanlık gecedeki kandil gibi, doğuyla batı arası o nurdan aydınlanıyordu.
Sonra Allah Adem ‘i topraktan yaratınca, o nuru onun içerisine, alnına yerleştirdi, sonra o nur ondan Şis’e intikal etti.
Böylece o, bir temizden diğer pake, bir pakten diğer temize intikal ede ede, nihayet Allah onu Abdullah ibni Abdulmuttalib’in sulbüne, ondan da annem Amine binti Vehb’in rahmine ulaştırdı.
Sonra beni dünyaya çıkardı ve gönderilenlerin efendisi, nebilerin sonuncusu, alemlere rahmet ve abdest uzuvlarının parlaklığından tanınan ümmetin öncüsü yaptı.
İşte ey Cabir! Senin peygamberinin yaratılışının başlangıcı böyle oldu!”
Kaynak: Cüz’ül-mefkud minel-musannef Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem)in nurunun yaratılışı babı no:1 sh:51, Şeyh Doktor isa ibni abdillah ibni Muhammed ibni Mani’el Hımyeri tahkikiyle ilk baskı 1425/2005; Ahmet es Savi El Maliki El Esrarü’r Rabbaniyye ve’l-füyüzatü’r Rahmaniyye ale’ssalavati’d Derdiriyye, sh:29-30
isimler ve sıfatlarda sirayet eden bir sır oluşu da Allah-o Te’ala’nın isimlerinin ve sıfatlarının tecellilerinin yağdığı yer olması hasebiyledir.
Çünkü bir vesile ve vasıta olmaksızın Allahu Te’ala’nın hiçbir isminden ve sıfatından istifade edilemez. Demek ki Rasôlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) dünyada ve ahirette Allah-o Te’ala’nın esma ve sıfatının tecelligahı olması hasebiyle bütün yaratıkların zatlarına ve sıfatlarına imdad edicidir.
(Ahmed ibni Muhammed es-Savi, el-Esraru’r Rabbaniyye ve’ l-Füyuzatü ‘r-Rahmaniyye ale ‘s-Salevati ‘dDerdfriyye, sh:47; Yusuf-u Nebhanı, Efdalü’s-salevat ala Seyyidi’s-sadtıt, Salat no:44, sh:75-76)
Nûr-u Zâtî Sîğası Arapça :
Nûr-u Zâtî Sîğası Türkçe :
Allâhümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedinnûrizzâtî vessirrissârî fî sâiril esmâi vessıfât.
Nûr-u Zâtî Sîğası – Cübbeli Ahmet Hoca
KAYNAK: Cübbeli Ahmet Hoca / Salevât-ı Şerîfe