Üçüncü Fasıl
Alemi Yaratan Kadimdir, Bakidir ve Eşi, Ortağı Yoktur
Alemin mahluk olduğu ve onu halk eden bir yaratıcı olduğu anlaşılınca, buradan alemin yaratıcısının, kayıtsız şartsız kadim (ezeli) olduğu da anlaşılmış oldu. Bu sözümüzü biraz açalım:
Birisi, Kabenin binası kadimdir (yani Kabe çok eskiden yapılmıştır) dese, bu demektir ki, onun yapılması diğer mescidlere göre daha eski ve öncedir. yoksa dünya yaratılmadan öncedir demek değildir. Bu ifadeye mukayyed kadim denir. Mutlak kadim ise, varlığının başlangıcı olmayan ve kadim olan vücudu ile bütün mevcudatdan evvel var olan demektir.
Çünkü alemi yaratanın başlangıcı olması mümkün değildir. Ve yine başlangıcı olan, evvela yok idi.
onra oldu demektir. Buna hadis (sonradan olma) derler. Hadis için bir sebep lazımdır. O sebep için de aynı illet (neden) aranabilir. Bu ise (sonsuza kadar sebep aratacağından) imkansızdır.
Bir misal daha verelim: Alemin mahluk olduğu ve yaratılmış olduğuna dair nice eserleri taşıdığı anlaşılınca, buradan alemi yaratanın kadim olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü kadim olmayan noksandır. Noksanlık bulunan bir zat için ise, kamil kudret sahibi denmez. Zira, eğer kamil kudret sahibi olsaydı, zatında nakıs olmazdı.4 4-) İmam Musa Rızadan (Radayallahu Anh), “Hakkın kadim, halkın hadis olduğuna deliliniz nedir?” diye sorulduğunda şöyle buyurdu: Sen önce yok idin. Sonra dünyaya geldin. Kendini kendin yaratamayacağını bilirsin ve yine bilirsin ki, senin gibi, hiç kimse de kendi kendini yaratamaz. O halde bilmiş oldun ki, sen hadis, yani sonradan olmasın ve seni yaratan kadimdir. Hadfs-i şerifde, “Kendini bilen, Rabbini bilir” buyuruldu.
Bunun gibi, Caferji Sadık hazretlerinden (Radıyallahü Anh) “Var edenin, yaratanın varlığına delil nedir?” diye sorulduğunda: “Yaratanın varlığının büyük delili benim varlığımdır. Zira benim varlığım, ya bendendirj ya başkasındandır. Eğer benden ise, şu ikisinden biri var demektir: “Ya kendimi var ettiğim zaman, ben yok idim. Bu da muhaldir. Yoksa yok olanın var etme kudreti manasını taşır (ki, daha mantıksızdır). O halde anlaşıldı ki, benim varlığım, benden değil, başkasındandır ve beni var edenin varlığı öyledir ki, yokluk O’nun varlığına hiçbir zaman yaklaşamaz.” (Nurü’l Ebsar)
Alemin mahluk olduğunda, onu yaratanın tam kudret sahibi olduğunu gösteren açık ve seçik deliller vardır.
Tam kudret sahibi, zatı noksandan münezzeh olandır. Kadim olmayanın zatı ise, noksandan münezzeh değildir. O halde alemi yaratan kadimdir ve kadim olan fani olmaz, hep baki olur. zira fani olan kişi, bir sebeple var olandadır ve o sebep kalkınca, fani olmaktadır. Kadim olan varlığın sebebi olmadığı açıkça bilinince, anlaşılır ki, o fani olmaz ve yok olmaz.
Yaratıcı, yani Allahü Teala birdir. Çünkü iki kadimin bulunması mümkün değildir. Zira ikisinden biri diğerinden önce olursa, sonra olan kadim olmaz. Her ikisinin de kadim olduğunu kabul etmek caiz değildir. Zira hiçbirisi, mutlak kadim olmamış olur ve yine bundan, her ikisinin de tam kudret sahibi olmaması lazım gelir ki, bundan malik olmada noksan olduğu, tasarrufunun tam bulunmadığı manası çıkar.
Zayıflık ve acizlik ise, halıkın değil, mahlukun sıfatlarıdır.
Alemi yaratan birdir. Şeriki, ortağı yoktur. Bunun delillerinden biri, yaratılmış olanların herbiri hep aynı cins ve şekil üzere olup, değişiklikten korunmuştur. Yaratıldığından beri hep o heyet üzere bulunmuştur.
Tertib ve sırada da bir değişiklik olmamıştır. Muhtelif tedbirlere maruz kalmamıştır. Eğer bir parçasında bir başkasının kudret ve tasarrufu olsaydı, eşya, her şey, gökler, dünya alt üst olur, karmakarışık ve düzensiz bir hal alırdı.
Allahü Teala Kur’an-ı kerim’de Enbiya suresi, 22. ayetinde buna işaretle mealen şöyle buyurur: “Eğer yerde ve gökte, Allah’tan başka ilahlar bulunsaydı, yer ve gök (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki, Arşın rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehdir.”
(Bu ayet-i kerime, Allahü Tealha’nın birliğini gösteren en güçlü delillerden birini ortaya koymaktadır. Bu delil, alemin nizamıdır. Gerçekten, eğer birden fazla ilah olsaydı, bunlar ya birbiri ile anlaşır veya anlaşamazlardı. Birbiri ile anlaştıkları1 beraberce aynı şeyi yaptıkları, yarattıkları, aleme birlikte nizam verdikleri taktirde, ya biri diğerine muhtaç olurdu ki, muhtaç olan ilah olamaz; veya yardıma muhtaç olmazdı; bu durumda da diğerlerinin varlığı gereksiz olurdu. şu halde, Allah birdir.
Öte yandan eğer bu ilahlar birbiri ile anlaşamazlar, birinin yaptığına1 yarattığına, diğeri karşı çıkarsa, o zaman da alemde nizamdan eser kalmaz; ayette de mealen buyurulduğu gibi, “Yer ve gök bozulup giderdi:’ Halbuki alemde eşsiz bir nizam mevcuttur. Şu halde Allahü Teala vardır ve birdir.) (Hüseyni).
Dördüncü Fasıl
Allahu Teala’nın Sıfatları
Alemin sonradan olduğu ve onu yaratan bir yaratıcının bulunduğu iyice anlaşılınca, buradan yaratıcının hay (diri,) alim (herşeyi bilen), kadir (herşeye gücü yeten) ve hakim (her işinde hikmet sahibi) olduğu da bilinmiş oldu.
Çünkü böyle sağlam, hikmetlerle dolu, güzel, muntazam bir sanatın sahibi muhakkak diridir, büyük ilim sahibidir, dilediğini yapmaya, yaratmaya kadirdir. Alemdeki bu metanet ve güzellik, sahibinin hakim olduğunu gösteriyor. Ve yine gösteriyor ki1 O her yaptığını kendi irade ve ihtiyarı ile yapmaktadır.
Alemi yoktan var edenin kadim olduğu anlaşılınca. O’nun sıfatlarının bulunduğu da anlaşılmış oldu. Bunlar Zatının sıfatları oldukları için hiçbirisi sonradan olma değildir. Hepsi kadimdir. Hiçbir şekilde mahluk sıfatları gibi değildirler.
Zira mahluk sıfatlarına benzerler denirse, kadim olan sıfatlara mahluk (sonradan olma) denmiş olur ki, Allahü Teala1 mahluk ve sonradan olmuş herşeyden münezzehdir.
O halde buradan bilinmiş oldu ki, Allahü Teala, mutlak hayat ile haydır. O’nun hayatı, mahlukatın hayatı gibi değildir. Mahlukat bir sebep1 bir mudahale ile dünyaya gelmiş olup, başlangıcı ve sonu vardır. Allahü Teala ise, başlangıcı olmayan Evveldir. Sonu olmayan Ahirdir. Mutlak kadirdir. O’na hiçbir şey zor olmaz. Kudreti tamdır. Bütün sıfatları da böyledir. Sıfatların isbatı ( varlığı) hakkında söylediklerimiz, sıfatları inkar edenlere hüccettir. delildir. Sıfatları kabul etmeyenler iki fırkadır: Biri felsefeciler, diğeri mutezile. 5
5-) Felsefeciler ve Mutezile fırkası, Allahü Tealanın sıfatlarını inkar ediyor ve sıfatlarının zatının aynı olduğunu iddia ediyorlar. Şöyle ki, Zat-i teala, ilimle alakalı şeylere bağlanırsa1 alim derle1ı kudretle alakalı şeylere bağlanırsa, kadir derler. Diğer sıfatları da bunlara benzetebilirsiniz. Böylece zatda kesret (çokluk), kadim ve vacip olanda birden fazla olmaklık lazım gelmez derler. Ehl-i sünnet ve cemaatin bunlara cevabı şöyledir:
Muhal (imkansız) olan, kadı olan zatın birden çok olmasıdır. Bizim görüşümüz bunu icap etmez. Size göre ise, ilmin, kudret ve hayatın, bilen, diri olan ve gücü yeten, alemi yaratan hepsinin aynı şey olması icap eder. Ayrıca vacip, kendi zatı ile kaim olmamış olur ve benzeri muhaller ortaya çıkar. Kitaplarda bunlar uzun yazılıdır. (Şerh-i Akaid-i NesefHi).
Felsefeciler, Allah cezalarını versin, ”Allahü Teala’nın sıfatları” yoktur. Hak teala birdir, sıfatları var dersek, birden çok olmuş olur, diyorlar. Halbuki, açıkça bilinmekte ve anlaşılmaktadır ki, hayatsız, ilimsiz, kudretsiz, iradesiz, ihtiyarsız yaratıcı olamaz. Nitekim yukarıda işaret olundu. Onların bu iddialarından aleyhlerine bir hüccet ve delil ortaya çıkıyor.
Şöyle ki, kendilerine deriz ki, siz diyorsunuz ki, Allahü Teala sani’dir (yapıcıdır, yaratıcıdır), yine diyorsunuz ki, hakimdir, yine diyorsunuz ki, O’na hiçbir şey gizli değildir, yine diyorsunuz ki, her şeye kadirdir.
İşte bunların her birinden anlaşılan mana, diğerlerinden anlaşılmaz. Sizin içinde bulunduğunuz bu batıl şüphelerde, sizin itiraf ettiğiniz sıfatlarla bizim söylediğimiz diğer sıfatlar arasında bir fark yoktur. İşitici, görücü ve söyleyici gibi. Bunların gerektirdiklerini, sizin kabul ettikleriniz de gerekmektedir.
Mutezililer ise, Allahü Teala hay’dır diyorlar, amma hayat sıfatı yoktur diyorlar. Alim diyorlar, amma ilim sıfatı yoktur diyorlar.
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat mezhebi şöyledir ki, alemi yaratan, hayat sıfatı ile hay, ilim sıfatı ile alim, kudret sıfatı ile kadir, sem’ sıfatı ile semi’, basar sıfatı ile basir, kelam sıfatı ile mütekellimdir. Diğer sıfatları da böyledir. Felsefecilerin hücceti, aynı zamanda mutezilenin hüccetidir.
Zira onlar da felsefecilerin şüphelerine gömülmüş ve batmışlardır. Bu şüphelerden ancak, kabul ettikleri Kur’an-ı kerimin hüccet ve delaleti ile kurtulabi lirler. Nitekim, Allahü Teala kendi sıfatları hakkında mealen buyurur: “Onun bildirdiklerinin dışında insanlar O’nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler .. :’ (Bakara: 255),
“Onu kendi ilmi ile indirdi” (Nisa: 166),
“Eğer onlar size cevap veremiyorlarsa, bilin ki, o, ancak.Allah’ın ilmiyle indirilmiştir. (Hud: 14),
“Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır” (Zariyat: 58),
“Onlar kendilerini yaratan Allah’ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi?” (Fussilet:15),
“kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi.Allah’ındır” (Patır: 10),
”Allah büyük lütuf sahibidir” (Cum’a: 4),
“Büyüklük ve ikram sahibi Rab binin adı yücelerden yücedir” (Rahman: 78),
Bunlar ve bunlara benzer daha nice ayet-i kerimelerde Allahü Teala’nın sıfatlarından bahs edilmektedrir. 6 6) Allahü Teala’nın bu, Zü’l Celal-i ve’l ikram ism-i şerifindeki mübarek Celal isminin manası, Zat-ı ilahinin her bakımdan kemalini, izzet, kibriya ve azamete yakışmayan her eksik ve noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu göstermektedir.
Hakikate ermiş büyük alimlerden çoğu diyorlar ki, Celal, kahr sıfatlarına, ikram da lutuf ve rahmet sıfatlarına işaret olmakla, Zü’l Celal-i ve’l ikram, Allahü Tealanın bütün sıfatlarını birlikte bulundurmuş olur. Bunun için bu şerefli isme, ism-i a’zam demişlerdir. (Tefsir-i Hüseyni).
Müslüman olan ve kur’an-ı kerime inanan için, Allahü Teala’rıın sıfatlarının mevcudiyeti hakkında bunlar yeterlidir. Dalalette olanları Allahü Teala kurtarsın!
Kaynak: Lalagül Dergisi / Cübbeli Ahmet Hoca
Türpüşti Risalesi ilgili Konular: